Ana içeriğe atla

2024'ün 'şimdilik' en iyi filmleri (Sinemaseverlere dev hizmet)

New York Times 9 film seçti.
2024'ün 'şimdilik' en iyi filmleri (Sinemaseverlere dev hizmet)

Yılın altı ayını geride bırakmış durumdayız ve sene başından bu yana pek çok film sinemalarda ve dijital platformlarda izleyiciyle buluştu. Bu da bir seçkinin tam yeri ve tam zamanı olduğu anlamına geliyor.

New York Times'ın film eleştirmenleri 2024’ün şu ana kadarki en iyi filmlerini seçti. Bakalım geride bıraktığımız yarıyılda hangi yapımlar öne çıkıyor?

Hit Man

Filmin konusu: Richard Linklater'ın imzalı film gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Glen Powell, New Orleans'ta polis teşkilatıyla birlikte çalışan felsefe profesörü Gary Johnson rolüyle karşımıza çıkıyor. Kendini gizli bir görevde ‘sahte kiralık katil’ olarak bulan Johnson, kocasının öldürülmesini isteyen güzel Madison (Adria Arjona) ile tanışınca ona âşık oluyor. Ve bu karşılaşma, hikâyenin komedi ve romantizm dozunu yükseltiyor.

New York Times’tan Alissa Wilkinson, “Bu yıl ‘Hit Man’den daha keyifli bir film görürsem şaşıracağım. İnsanların ‘artık eskisi gibi yapmıyorlar' derken bahsettiği türden bir film: Romantik, seksi, komik, beklentileri karşılayan ve yaklaşık iki yıldır yıldızı parlayan Glen Powell için gerçek bir dönüm noktası” diyor.

İç Savaş (Civil War)

Filmin konusu: İngiliz yazar-yönetmen Alex Garland’ın bu çarpıcı draması için yakın gelecekte geçen karanlık bir ABD tasviri demek mümkün. Dünyadaki her şeyin göründüğü gibi değil çok daha kötü olduğu fikri, Garland'ın senarist (28 Gün Sonra) ve yazar-yönetmen (Ex Machina) olarak işlemeyi sevdiği bir tema.

Havada mermiler uçuşurken ve kentin banliyölerinden alevler yükselirken Batı Cephesi olarak bilinen ve federal hükümetle çatışmaya giren isyancı grup Washington DC'ye giderek yaklaşmaktadır. Kirsten Dunst, Wagner Moura ve Cailee Spaeny'nin canlandırdığı ateş hattındaki muhabirleri merkeze alan film savaşın korkunç ve kendi kendini besleyen doğasına odaklanıyor.

New York Times’tan Manohla Dargis'in yorumu şöyle: “Hollywood'un köklü ‘mutlu son’ geleneği bağımsız yapımlarda bile kendini gösteriyor. Ama İç Savaş'ta böyle bir olasılık yok. Garland'ın filminin önermesi, mutlu sonun imkânsız olduğu anlamına geliyor ki bu da filmi çok zor bir hâle getiriyor. Nadiren beni bu kadar rahatsız eden bir film izledim.”

Maymunlar Cehennemi: Yeni Krallık (Kingdom of the Planet of the Apes)

Filmin konusu: Son üçlemenin sona ermesinden yaklaşık yedi yıl sonra gelen Wes Ball'un aksiyon-macerası, klanı saldırıya uğrayan Noa'yı (Owen Teague) anlatıyor. Artık tek başına olan Noa, önceki filmlerdeki lider Caesar'ın öğrencisi Raka ve dilsiz bir insanla (Freya Allen) tanışıyor.

New York Times’tan Alissa Wilkinson'ın yorumu: Maymunlar Cehennemi: Yeni Krallık gelecekte geçiyor ama pek çok bilimkurgu gibi tüm bunların daha önce yaşandığını ve tekrar yaşanacağını hissettiriyor. Filmi güçlü kılan da bu. İdealizmleri benimseme ve onları dogmalara dönüştürme eyleminin nasıl defalarca gerçekleştiğini gözler önüne seriyor.”

Dünyanın sonundan çok da bir şey beklemeyin

Filmin konusu: Romen yönetmen Radu Jude’un Kaçık Porno ardından çektiği yeni sosyal taşlaması 43’üncü İstanbul Film Festivali’nde epey dikkat çekmişti. Jude'un iğneleyici komedisinde Ilinca Manolache, Angela adlı ağzı bozuk bir yapım asistanını canlandırıyor ve Bükreş’te dolaşarak bir işyeri güvenliği videosu için röportaj yapacak işçiler arıyor.

New York Times’tan Manohla Dargis'in yorumu: “Angela vitesi değiştirirken ve film siyah-beyaz film ile renkli video arasında geçiş yaparken, kahramanımız diğer sürücüleri tersliyor, karşılaştığı her şeyi sert bir dille eleştiriyor, TikTok videoları çekiyor ve günümüz Romanya'sının jeopolitik açıdan çarpıcı bir haritasını çıkarıyor.”

Şeytanla bir gece (Late night with the devil)

Filmin konusu: Cameron ve Colin Cairnes kardeşlerin bu korku dolu filminde David Dastmalchian, reyting ve ödül için çırpınan bir sunucuyu canlandırıyor. Film, reyting rakamlarından pay kapmak için saygınlık, dürüstlük, ahlak ve hatta insan hayatını hiçe sayan Faustvari bir anlaşmaya ışık tutuyor. Böylece (Hideo Nakata'nın Ringu'su, Tobe Hooper'ın Poltergeist'i, David Cronenberg'in Videodrome'u ve Jane Schoenbrun'un I Saw the TV Glow’u gibi) küçük ekranın karanlık tarafına değinen filmler kervanına katılıyor.

New York Times’tan Alissa Wilkinson'ın yorumu: “İnsanlar gece yarısı programlarını herkesin yatağa gittiği saatlerde gülmek, eğlenmek ve bir tür yoldaşlık hissetmek için izliyor. Film, bu yol arkadaşlığını tersine çeviriyor ve buna 1970'lerin tanıdık korku klişelerini ekliyor. Sonuçta ortaya berbat, lezzetli, sınır tanımayan bir pastiş çıkıyor. Ben çok eğlendim.”

Kötülük diye bir şey yok (Evil does not exist)

Filmin konusu: Bir müteahhit, Tokyo'ya yakın bir dağ kasabasında yaşayan yöre halkına ‘glamping tesisinin faydalarını’ anlatmaktadır. Kentten bunalanların kaçacağı bir yer olarak tasarlanan bu kampın, kasabanın ekolojik dengesini bozacağı çok açıktır. Bölge sakinleri, turizmin sessiz sakin yaşamlarını altüst etme ihtimaline karşı direnirken şirket yetkilileri olaya kasabalıların bakış açısından bakmaya başlar. Ekolojik yıkımı merkezine alan bu politik gerilimin yönetmen koltuğunda 2022’de Drive My Car ile En İyi Uluslararası Film dalında Oscar kazanan Ryûsuke Hamaguchi oturuyor.

New York Times’tan Manohla Dargis'in yorumu: “Kötülük diye bir şey yok filmini iki kez izledim ve Hamaguchi'nin sinemasının sessiz gücü beni her seferinde hayrete düşürdü. Bu Hamaguchi'nin günlük yaşamdan kesitler kullanarak samimi ve tanıdık bir dünya kurmasıyla ilgili ve sanatsal yaklaşımı neredeyse bir şok etkisi yaratıyor.”

Ryuichi Sakamoto: Opus

Filmin hikâyesi: Neo Sora'nın bu belgeseli ünlü Japon müzisyen Ryuichi Sakamoto son konserinin tamamını sunuyor. Sadece ekibin izlediği konser bir stüdyoda filme çekildi.

New York Times’tan Alissa Wilkinson'ın yorumu: “Opus, Sakamoto'nun çalışmaları hakkında fazla bilgisi olmayan bir izleyici için bile, nadir rastlanan bir sinemasal seyir sunuyor. Herhangi bir bağlam verilmiyor, bir anlatı yaratılmaya çalışılmıyor. Bunun yerine görsel uzam titizlikle filme alınmış ve ışık ruh hâlini incelikle yansıtacak şekilde kullanılmış.”

Kaptan benim! (Io Capitano)

Filmin konusu: Senegalli iki genç daha iyi bir yaşam umuduyla Dakar'dan İtalya'ya doğru yola çıkar. Matteo Garrone'nin filmi, Senegalli Seydou ve Moussa'nın (Seydou Sarr ve Moustapha Fall) Batı'ya ulaşmaya çabalarını; iki kuzenin Sahra'dan geçip Akdeniz'in kıyısına uzanan bir yolculukta yaşadıklarını konu alıyor.

New York Times’tan Manohla Dargis'in yorumu: “Io Capitano’yu izlemek zor olabilir; göçmenlerin işkence gördüğü ve Libya’da geçen uzun sekans kesinlikle tüyler ürpertici. Film hiçbir zaman bir art-house sadizmine dönüşmüyorsa, bunun nedeni Garrone'nin kamerasını en başından itibaren tam manasıyla ikarakterlerine çevirmiş olması. Yönetmenin buradaki en büyük gücü, dokunuşundaki hassasiyet.”

La Chimera

Filmin konusu: Genç bir İngiliz arkeolog, Etrüsk eserlerinin çalındığı uluslararası bir şebekeye dahil oluyor. Alice Rohrwacher'in 1980'lerde geçen filminde Josh O'Connor, İtalya'nın kırsal kesiminde kayıp sevgilisinin hasretini çeken Arthur'u canlandırıyor. Arthur, annesi Flora (Isabella Rossellini) aracılığıyla bir müzik öğrencisi olan Italia (Carol Duarte) ile tanışıyor.

Manohla Dargis'in yorumu: “Rohrwacher, çekici ve gösterişten uzak bir görsel stile sahip sağduyulu bir virtüöz. Kadrajı doldurmayı seviyor ama bunu dengeli bir şekilde yapıyor. Farklı anları ve mekânları vurgulamak için film boyunca farklı film formatları kullansa da bu konuda abartıya kaçmıyor. Sizi zorlamak yerine güzelliği ortaya çıkarıyor.”


New York Times makalesinden Türkçeleştirildi. Ek kaynaklar: İKSV ve Guardian.

Sizin İçin Seçtiklerimiz

Mashable'da Popüler